Friday, October 19, 2012

Tüm çocuklar harika doğar, zamanla normale döner...



Yukarıda görmüş oldugunuz filmi sizlere önermek istiyorum. Bir çocugun gelişiminde ve kendini gerçekleştirmesinde ne kadar büyük bir etkiye sahip oldugumuzu, tüm gerçekliği naiflikle adeta suratımıza çarpan bir film. Özellikle tüm eğitimci arkadaşlarıma ve tanıdıgım herkese  bir kez izlemeleri gerektiğini söylerim izledigim andan beri...Umuyorum ki izlerseniz sizi de ilhamlandıracaktır. 

Ayrıca bir yıl önce yazmış olduğum bir yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ve sürç-i lisan ettiysem şimdiden affola diyorum.
Saygılarımla


Düzen  bizleri yaptığı gibi ,onları da tek düze yapar. Düzen kim? Zamanında "düze"nlenenler.  Çevre, okul ama ilk başta aile... 

Bir anne çay partilerinde çocuklarından bahsediyor diyelim. Ağabey-kardeşten birine "çalışkan" der ise farkında olmadan "diğeri onun kadar çalışmıyor" demiş olacaktır. Diğeri çalışkan olmak için motive olmak yerine kendini gerçekleştirmek ister. Eğer ona verilen kimlik çalışkan olmamaksa çalışkan olmamayı çok iyi becerir. Özelde kalmak ister, bunu genel kabul görmüş kurallara tercih eder.

Çocuk hem hayatla tanışmaya çalışıp hem de ne olmak istediğini bilemez, onu hayatta mutlu edecek şeyin ne olduğuna o yaşta karar veremez. Biz eğitim alanında körpe beyinlerini zorlarsak ilham veremeden dayatmayla aşılamaya çalışırsak yani "köşeleri kapatırsak", çocuk boş kalan yer neresiyse orada "kendini arar". Aman aman bitsin de şu dersi geçiyim yeter ki diye yapılan bir resim için de sabahlarız, sabahlamamız için hiç bir sebep yokken haz duyduğumuz şey için de sabahlayabiliriz. İkincisi kesinlikle daha makbul.

Kimsenin başarı hikayesinde şu yoktur... "Çevrem çok güzeldi, bana çok güzel imkanlar sundular benimde bunları gerçekleştirmekten başka çarem kalmadı". Yani "babam bana oku dedi de ondan okudum, adam oldum" demektense "kendi" özel kıvılcımıyla "şunları şunları bu şartlarda ben zorlayarak yaptım" demek daha özgüven tazeleyici bir hikayedir. Az önceki cümlede "ben" kelimesi verdiği hazzın, egonun iyi tarafı olduğunu ve başarının zorunluluk değil seçim olduğu zamanki ilhamının daha fazla olduğu aşikar. Çocuk haz duyduğu şeyde başrol olmalı, onun tercihi olmalı, o istemeli... İstesin ki önündeki engeller, mazeretten çok onu hedefe odaklanmasını kolaylaştıran yardımcı unsurlar olsun.

Çocuk,  ilkokulda resim öğretmeni "hiç bulutun üstünde çiçekler olur mu?" dediğinde "hadi oradan hayal gücün yok senin" diyemez. Masum beyinleri "olması gereken" ile korkutmamalıyız. Çocuk "başkasına" ya da doğru olana  ulaşmaya çalışan bir yarışçı gibi görmemeli kendini. Kendisini eksik hissettirip "eksiklerimi tamamla" fikrini bilinç altına dayatmak çocuğun egosuna müdahaledir.

Ayrım yapmamak, körpe beyinleri köşeye sıkıştırmamak hatta abartı tabirle mecbur bırakmamak gerek. Çocuğu yönlendirmeye çalışmaktan çok "ilham vermek" gerek, çünkü kendi seçimi olduğunda özel olduğunu hisseder ve motivasyonunu sağlar. "Çocuğum olsun resim yaptıracağım, dans okuluna göndereceğim, daha 5 yaşına gelmeden müzik aşılayacağım" demek tehlikeli aslında, ürkütücü, ters tepebilir çünkü. Çoğumuzun hevesi özgün olmak, farklı olmak. Farklı olmak, özel olmak hepimizin içinde var. Güzel sanatlar fakültesinde okuyan grafik aşığı insanlardan çok duyduğum şey şu mesela; beni çizimden soğuttu bu hocalar! Ters bir örnek vermek gerekirse; günümüzde herkesin marjinal görünmeye çalışmasına inat "cool" görünmekte de bir marjinallik aslında. Özel olmak içimizde var, kendimizi gerçekleştirmek...

İlham olmak zor iş. Kitap okumayan anne ve babanın, çocuğa "kitap okumak çok iyidir, okumalısın" demesi hiç inandırıcı değil. Köşeye sıkıştığını hissetmeden, korkmadan, isteyerek öğrenmesini sağlamalıyız. "Resim yap" diyip, belli bir zaman sonra da "biz senden neyi esirgedik" demek en büyük nankörlük aslında. Çocuğa ailenin tercih ettiği şeyi dayatıp sonra da kötü bir gidişatta onu suçlu tutmakta hazırcılık, vicdan durulaması...

Biz misafir olalım başrol ona kalsın. Çocuk evde bulduğu pahası olmayan ıvır zıvırları sokakta kaldırıma dizip satıyorsa, bir şey almadan dilenci gibi para vermeyelim hemen, yada fazla bir para verip üstü kalsın demeyelim. "Bir amca geldi sağolsun hepsinin parasını verdi ama yine de oyuncak almadı" demesin, "evdeki gereksiz şeyleri topladım sattım para kazandım afferin bana" desin. Oyunsa oyun oynayalım, oyunun kurallarını biz bilmiyormuşuz meğersem. Resim yaparken taşırıyorsa "ben sana küçük kağıt almışım" diyelim. Masalsa "iki yol var, sence prenses hangisini seçsin" diyelim. Çorapları beraber ayıralım. Oyuncakları büyüklüklerine göre sırayla toplayalım. Bonibon'un içinden çıkacak sıradaki şekerin rengini tahmin etmeye çalışalım...

Buyurun siz de bu filmden ilhamlanın: Taare Zameen Par ( Like Stars on Earth)

No comments:

Post a Comment